top of page

Dünyalar Savaşı

  • Yazarın fotoğrafı: Ergün Yavuz
    Ergün Yavuz
  • 4 Mar 2016
  • 2 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 4 Eki 2018


aragülerin arşivinden

Düşünde bir hayvandı… Issız bir ormanda kaybettiği bir şeyi arıyordu, adımları ürkek, sesi yoktu. Ormanın içinde ağaçların geniş yapraklarının arasına saklanmış bir kapı gördü. Bu ıssız ormanda sadece tıslayarak ilerleyen bir sürüngendi, çatırdayan çalı ve yaprak sesleri dışında sanki canlılar tarafından terkedilmiş gibiydi, tanrının nefes nefese kalması gibi, nerden estiği belli olmayan soğukça bir rüzgâr esiyordu. Bu sürünen hayvan daha önceden görünmemiş siyah ayaklara sahipti, vücudunun kuyruğa kadar olan kısmı şeffaftı, bir omurgası yoktu, damarları ve kuyruğunun hemen ön tarafında olan kalbi görünüyordu. Bir hayalet gibiydi. Uzun suratıyla bir yılanın soğukluğunu hissettiren bu sürüngen, akşamdan kalmış bir alkolik edasıyla dilini etrafa doğru savurarak ıssız ormanda ilerlemeye devam ediyordu.


Ormanın derinliklerinde, kapıyı tekrar hatırlayıp geriye döndü, nereye açıldığını bilmediği bu kapıya karşı, ilk insan Havva’nın elmaya duyduğu merakı hissetti kendinde, bu sefer kandırılacak kişi kendi olabilirdi. Kapıdan içeriye girmekte çekinmedi, içine girdiği kapı, onu tuhaf bir girdaba soktu, zamanlar arasında yolculuk yapıyormuşçasına savruldu. Suratına asit dökülmüşçesine canı yandı, geri dönmek istedi, başarılı olamadı, bir fırtınanın içinde buldu kendini, gökyüzünden yeryüzüne doğru fırlatılmış yağmur taneleriyle birlikte ve muhteşem bir hızla yere çakılıyordu ve gittikçe kara parçasına yaklaşıyordu. Yeryüzüne dört ayak üzerinde düştüğünü fark etti, oysa onun kırk ayağı vardı, suratını ekşiterek ağlamaya başladı olmayan gözyaşlarıyla. Artık o, bir kedi olmuştu sırtı insanlık tanrısı tarafından yere getirilemeyen. Alışık olmadığı bu dünyada, ezberlemiş davranışlarıyla ilerlerken iki ayaklı yaratıklar, onu mıncıklayıp anlamsız seslerle çağırmaya başladılar, önceleri bu duruma aldırmadı, sonra ona yiyecek veren yaşlı bir kadının yanına ilerledi, yemeğini yedikten sonra, aptalca ve güzel bir dünyada olduğunu düşünerek avare ve mutlu adımlarla ilerledi. Her şey çok değişik olsa da meraksız ve umursamaz kişiliği sayesinde garip bir güvenlik kılıfı örmüştü kendine. Garip demir parçalarıyla oluşturulan ve onun göremediği renklerle boyanan bir parkda,ona doğru koşan üç çocuk gördü, onlardan kaçmadı, boynu kopartılıp tüyleri yolunana kadar kucakta kaldı. Sıkıldığı için ayaklarından birini salladı ve çocuklardan birisinin yüzünü çizdi tırnaklarıyla. Bu gücünün farkında değildi, kendini savunmak için keşfettiği yerleri olduğunu bilmek ona tarifsiz bir haz veriyordu. Hemen oradan uzaklaştı ve yürürken, caddenin karşısında gördüğü bir evin camındaki dişi kedi ilgisini çekti. Oraya geçmek için atıldığı yolda, dönen tekerleklerin arasında, şansının yardımıyla karşıya geçmeyi başardı.

Atlatması gereken son yan yolda, eski bir dolmuşun tekerinin altında kaldı, ve bir çocuğun silmeye gerek duymadığı bir sümük gibi asfalta yapıştı, ölmemeliydi, dokuz canları olduğuna inandırılmış bir dünyadaydık çünkü ölmüştü, uyandırıldığı ıssız orman, çölün ortasında ,sadece asit yağmurlarıyla hayatta kalan bir bölgeydi, geniş bir perspektiften bakıldığında çölün içindeydi. Ormanın içindeki kapı, tanrı Karimente(sürüngenler tanrısı) kendine olan sadakati ölçmek amacıyla koyulmuştu ve sahte dünyalar yaratmak için hazırlanmıştı. Girişmiş olduğu sınavı kaybederek şuanda yaşadığımız dünyaya kendini ezen otobüs şoförünün çocuğu olarak gelecekti ve kendi babasından intikam alarak, kendi dünyasında yaşam hakkını tekrar kazanmak için bir anlaşma yaptı ve sadece ay ışığında görünen kendi kanıyla imzaladı. Gördüğü düş, anne karnındayken gördüğü düşten ibaretti... 03/04/2016/ISTANBUL


 
 
 

Comments


Yazı: Blog2_Post

©2018 by Ergün Yavuz. Proudly created with Wix.com

bottom of page